Tuğberk Çiloğlu
ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesinin politik sonuçlarının yanı sıra ekonomik sonuçları da oldukça önemli olacak. Trump yönetiminin izleyeceği politikalar finansal piyasalarda ciddi sonuçlar doğuracak. Kuşkusuz tüm bunların küresel reel ekonomiye de önemli etkileri olacaktır. Nasıl mı ?
Öncelikle, Trump döneminde ABD’de altyapı yatırımlarının ve kamu harcamalarının artacağı beklentisi oldukça güçlü. Bu ise Amerikan ekonomisinde ciddi bir ekonomik büyümeyle birlikte enflasyonu da beraberinde getirecektir. Peki, enflasyon artışı ABD için ne anlama geliyor ? Enflasyon artışı Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) faiz artırım hızını ve oranını kuşkusuz artıracaktır.
Bildiğiniz gibi, küresel ekonomi karşılıklı etkileşimlerin yoğun olarak yaşandığı bir arena. FED’in şu an %0,25 olan fonlama faizini daha yukarı seviyelere hızla çekmesi durumunda Dolar endeksi de hızlı bir yükseliş içerisine girecektir. Bu durum, ABD Dolarının küresel çapta daha hızlı değer kazanmasına yol açacaktır.
Normalde Dolar endeksinin değer kazandığı bir ortamda petrol ve emtia fiyatlarının düşmesi gerekirdi. Fakat bu sefer durum farklı. Petrol fiyatlarını yukarı yönde baskılayan iki temel unsur var: Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) petrol arzını sekiz yıldan bu yana ilk kez kısma kararı alması ve gelişmiş ekonomilerde ABD bazlı büyüme hızındaki artışın petrol talebini artırması. Yani önümüzdeki dönemde petrol arzının azaldığı, talebinin ise yükseldiği bir süreç yaşama olasılığımız yüksek.
Emtia fiyatlarında da durum benzerlik gösteriyor. Özellikle ABD’de altyapı yatırımlarının ve kamu harcamalarının artışıyla birlikte, endüstriyel emtialara yönelik talebin artacağı beklentisi hakim. Özellikle son günlerde açıklanan ABD’nin üçüncü çeyrek büyüme verileri de bu algıyı destekledi. ABD ekonomisi 2016 üçüncü çeyrekte %3.2 büyüyerek son iki yılın en büyük büyümesine imza attı.
Tüm bunlar, uzun süredir görülmeyen bir başka süreci daha başlattı: Artık ABD tahvil faizleri ile Dolar endeksi aynı anda yükseliyor. Kuşkusuz, bu durumda ABD’deki enflasyon beklentilerindeki artışın büyük payı var. Ekonomide önemli bir yasadır; enflasyon beklentileri arttıkça insanlar likit olmayan sabit getirili varlıklardan (tahvil, bono) çıkarak likit varlıklara (nakit) yönelirler. Bu ise tahvillerin fiyatını düşürür, tahvil faizlerini artırır. Şu an ABD’de yaşanan durum bu.
ABD tahvil faizlerinin artması önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülkelerin tahvil faizlerinde de yükselişlere neden olacaktır. Neden mi ? Aynı vadeye sahip sabit getirili menkul değerler arasındaki faiz farkına “risk primi” denir. Örnek vermek gerekirse, elinizde belirli bir miktar fon bulunuyor ve bu fon ile çeşitli ülkelerin devlet tahvillerinden bir portföy oluşturmak istiyorsunuz. Hangi ülkenin ihraç etmiş olduğu tahvili geri ödememe riski yüksekse, o ülkenin ihraç etmiş olduğu tahvillere de talep düşük olur. Bir başka deyişle, bu talep düşüklüğü nedeniyle bu ülkelerin tahvil faizleri yüksek olur. A ülkesi gelişmiş bir ekonomi, B ülkesi ise az gelişmiş ya da gelişmekten olan bir ekonomi olsun. A’nın bir yıl vadeli devlet tahvilinin faiz oranı %3 iken B’nin %10 olsun. Aradaki %7 risk primi olur.
Bu analizden yola çıkarak, A ülkesinde enflasyon kaynaklı tahvil faizlerinde bir yükseliş olduğunda, piyasa mekanizması eğer B ülkesinin riskinde bir değişiklik olmamışsa aynı risk primini korumak isteyecektir. Yani, B ülkesinin tahvillerine olan talep düşecek ve B tahvil faizleri artacaktır. A ülkesini ABD, B ülkesini ise tüm az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin temsili bir resmi olduğunu düşünürsek, önümüzdeki dönemde özellikle ABD’de enflasyon artışının da etkisiyle dünyada görülecek olan genel eğilim budur.
Küresel ekonomiye önümüzdeki dönemde tehdit edebilecek bir diğer unsur ise gelişmiş ülkeler kaynaklı tahvil balonudur. Amerikan ekonomisinin büyümesiyle beraber ABD ile ciddi ekonomik bağları olan Avrupa ülkeleri de ekonomik durumlarını iyileştireceklerdir. Aynı durumun Japonya’da da olması muhtemeldir. Unutmayalım ki, hem Avrupa Merkez Bankası (ECB) hem de Japon Merkez Bankası (BOJ) halen ciddi parasal genişleme programları uygulamaktadır. Gelişmiş ülkelerde ekonomiler büyümeye, işsizlik oranları düşmeye başladığında bu parasal genişleme programları sorgulanır hale gelecektir. Ya sonra?
ECB ve BOJ günün birinde genişleme programlarına son verdiğinde bu ülkelerin tahvil faizlerinde ciddi yükselişler görülecektir. Neden mi? Parasal genişleme programları genellikle piyasadan tahvil alımı, dolayısıyla piyasaya nakit verilmesi yoluyla gerçekleştiriliyor. Bu işlemlere Açık Piyasa İşlemleri (APİ) deniyor. Fakat aynı APİ, ekonomiler büyümeye başlayınca tam tersi yönde de uygulanabilir. Yani zamanı geldiğinde ve parasal genişleme işlemleri son bulduğunda ilk etapta merkez bankalarının tahvil talebi duracaktır. Bu bile tahvil fiyatlarında düşüşe, yani tahvil faizlerinde yükselişe sebep olacaktır. Fakat bir süre sonra merkez bankaları bilançolarındaki tahvil yükünü azaltmak için yine APİ yoluyla piyasaya tahvil satabilir, karşılığında piyasadan nakit çekebilirler. İşte böyle bir durumda tahvil faizlerinde çok daha hızlı yükselişler görülebilir.
BOJ bu durumu fark etmiş olacak ki, şimdiden harekete geçmiş bile. Bloomberg HT’de yer alan bir habere göre ( http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1950987-boj-4-yildan-beri-ilk-kez-zarar-etti ) BOJ dört yıldır ilk kez zarar etmiş. Zararın nedeni ise ilginç. BOJ, bilançosunda tuttuğu hazine tahvillerinin ileride yaratacağı zararları telafi etmek için rezerv fonuna eskisine göre daha fazla fon ayırmış. Ayrılan bu fonlar nedeniyle zarar oluşmuş.
Piyasalarla ilgili bahsetmek istediğim bir diğer ilginç nokta ise piyasa algılamalarıyla ilgili. Ekonomi, kuşkusuz dönüşümsel bir sistem. Bu dönüşümsellik her geçen gün daha ilginç piyasa algılamaları yaratıyor. Örneğin son zamanlarda petrol fiyatlarındaki artış beklentisi ABD borsalarında enerji şirketleri öncülüğünde yükselişlere yol açtı. Fakat, petrol fiyatlarının yükseldiği bir ortamda artan fiyatlar genel düzeyi nedeniyle FED’in daha hızlı faiz artırma eğilimine gireceği de bir diğer olgu. Enflasyon artışı nedeniyle yapılmış bir faiz artırımı kuşkusuz canlı bir ekonominin göstergesi, fakat faizler arttıktan sonra ekonomide daraltıcı bir etki yaratmaz mı ? Piyasa mekanizması bunu nasıl fiyatlayacak ? Üzerinde düşünmeye değer.
Görüşmek üzere.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
Mail adreslerim: utugberk@gmail.com utugberk@hotmail.com
Sitenizi mahfi beyin bloğunda gördüm tahsiliniz de siteniz de gayet güzel.Yazınızı çok beğendim.
Bundan sonra takip ettiğim sitelerden biri olacaksınız.
Emeğiniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla
Çok teşekkür ederim Mehmet Bey.
Tuğberk bey açıklamalarınız için çok teşekkür ederim. Anladığım kadarıyla yükselmesi beklenen enflasyon ve faiz sebebiyle ABD tahvillerini ellerinde bulunduranlar bu tahvilleri satıp paralarını daha yüksek gelir beklentisiyle diğer yatırım araçlarında ( mevduat faizi, büyük oranda borsa) değerlendirmek istiyorlar. Bu da fiyatın düşmesine faizin yükselmesine sebep oluyor. B ülkesinde ise riskten kaçınmak ve ABD deki getiri beklentisi sebebiyle aynı şekilde faizler yükseliyor. Yani aslında küreselde tahvile olan talep düşüyor ve fonlar ABD borsalarına yöneliyor. Bu da yerel para birimi olan USD na olan talebi artırıyor. Borsaların yükselmesi ekononominin canlandığı ve şirket karlılıklarının veya beklentisinin arttığı anlamına geliyor. Yani ABD deki canlanma ile bütün diğer borsalar da yükseliş trendine girecek ve bunun sonucunda da ABD ye kayan fonlar yeniden diğer ülkelere yönelecek diyebilir miyiz?
Saygılar
Merhaba Engin Bey. Sizin de belirttiğiniz gibi ABD borsalarının yükselişe geçmesi, ABD ekonomisinin büyümesi, gelişmekte olan ülke borsalarında pozitif etkileri tetikleyecektir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var. Eğer gelişmekte olan bir ülkenin ABD’ye yoğun bir ihracatı varsa, bu pozitif etkilenme daha fazla olacaktır. Fakat ABD’ye ihracatı çok fazla olmayan ülkeler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bir diğer nokta ise şu: Her ülkenin kendine has ekonomik koşulları var. Örneğin, ABD’deki büyüme Dolarda değer kazancına yol açacak. Bu değer kazancı yüklü miktarda dolar cinsinden dış borcu olan ülkelerin negatif etkilenmesine yol açacaktır. Fakat dış borcu çok fazla olmayan, cari işlemler bilançosu sağlıklı olan bir ülke bu durumdan çok fazla negatif etkilenmeyecektir, hatta dolar varlıklar dolar yükümlülüklerini geçiyorsa pozitif bile etkilenebilir. Özetlemek gerekirse, her ülkenin kendine özgü ekonomik dinamikleri var, bu nedenle her ülkede farklı etkiler ortaya çıkabilir.