Tuğberk Çiloğlu
İktisat bilimi de dahil olmak üzere tüm bilimlerin tek bir amacı var, o da gerçekleri açıklayabilmek. Fakat konu ekonomi ve finans dünyasına gelince piyasalarda yaşanan aşırı volatilite ve belirsizlikler şimdiye kadar oluşturulmuş olan ekonomi/finans teorilerinin sorgulanmasına neden olabiliyor. Son günlerde yaşananlar da bunun güzel bir örneği. O zaman gelin, son zamanlarda yaşanan gelişmeleri analiz edelim.
Euro bölgesiyle başlayalım. Avrupa ekonomisi yavaş bir şekilde de olsa toparlanmaya devam ediyor. Örneğin Ağustos ayında Euro bölgesi tüketici güven endeksi 104.2’ye yükselerek beklentileri aşmış oldu. Bloomberg HT’nin haberine göre Markit Economics’in hesapladığı Euro bölgesi satınalma yöneticileri endeksi de (PMI) Ağustos ayında beklentileri aşarak 54.2’ye yükseldi. Fakat en önemlisi işsizlik oranı. Euro bölgesinde işsizlik oranı yine Ağustos ayında %10.9’a gerileyerek Şubat 2012’den beri en düşük seviyesini gördü.
Avrupa’nın gösterdiği bu toparlanmanın ardında ise Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) bir süredir devam etmekte olduğu parasal genişleme var. Bu parasal genişleme sayesinde Avrupa’da deflasyon tehdidinin önüne geçildi, fiyatlar genel seviyesi yükselmeye başladı. Fakat bu süreç Çin tehdidi altında. Çin’de yaşanan devalüasyon küresel ekonomiyi tehdit edince düşün emtia fiyatları Avrupa’nın yükselen enflasyonunu engellemeye başladı. Nitekim ECB başkanı Mario Draghi de geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada büyüme ve enflasyon tahminlerini aşağı yönlü revize etti.
Çin ekonomisinde ise durum belirsizliğini koruyor. Çinli yetkililer son zamanlarda ülkelerinin yaşadığı durgunluktan devalüasyon ve çeşitli sermaye kontrolü önlemleriyle çıkmaya çalışıyor. Çin’in tüm bu yaşadıkları, uluslararası sermayenin Çin’den kaçmasına neden oluyor. Business HT’nin haberine göre Çin, Ağustos ayında aylık en büyük rezerv kaybını yaşadı ve Çin Merkez Bankası’nın rezervleri sadece Ağustos’ta 93.6 milyar dolar azalarak 3.56 trilyon dolara geriledi. Ayrıca, en son açıklanan satınalma yöneticileri endeksi (PMI) de daralmaya işaret ediyor. Yine Business HT’nin haberine göre Çin’de PMI son 3 yılın en düşük seviyesi olan 49.7’ye düştü. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Çinli yetkililer ülkelerinin 2014 yılında ilk açıklanan rakam olan %7.4 değil, %7.3 büyüdüğünü açıkladılar. Yani Çin fırtınası aralıksız devam ediyor.
Tüm bu gelişmelerin ışığında, küresel fon akımlarının davranışı ne durumda? Piyasa algıları son zamanlarda nasıl çalışıyor? İşin en ilginç kısmı burası zaten. Gelin, kısaca analiz edelim.
Çin ekonomisinde yaşanan son gelişmeler, küresel ekonomide büyümenin yavaşlayacağına yönelik endişelerin artmasına yol açtı. Çünkü, Çin’in yavaşlaması demek, tüm dünyanın yavaşlaması demek. Bu endişelerin sonucunda ABD hisse senetlerinde ciddi düşüşler görüldü. Bu etki görünürde normal gözüküyor, kuşkusuz ABD’li şirketler küresel ekonomide yaşanabilecek bir daralmadan zarar görürler. Fakat, bir diğer etki FED etkisi. Eğer FED faiz oranlarını artırırsa pek çok ABD’li tüketim yerine tasarrufa yönelebilir. Bu durum da Amerikan şirketlerini olumsuz etkiler. Fakat, bildiğiniz gibi eğer Çin ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle dünya ekonomisinde bir daralma olursa FED faiz artırımını erteler. Bu erteleme de Amerikan şirketlerinin yararına olur, yani ABD borsaları yükselir. Gördüğünüz gibi piyasalar Çin’deki yavaşlamanın sadece dünya ekonomisi üzerindeki etkisini fiyatlarken, FED’in faiz artırımını erteleme olasılığını göz ardı etmiş oldu. Bu “göz ardı etme” durumunu hangi finans teorisiyle açıklayabiliriz?
Bir başka ilginç durum ise ABD tahvil piyasalarından geldi. Çin devalüasyonunun gerçekleştiği günlerde ABD tahvilleri değer kaybetti, yani tahvil faizleri yükseldi. Normalde Çin’in durgunluğa girmesi demek, yukarıda belirttiğimiz gibi FED’in faiz artırımını ertelemesi demek. Böyle bir durumda ABD tahvil faizlerinin düşmesi gerekir. Çünkü FED’in faizleri bir süre daha artırmaması, finansal piyasalardaki likidite bolluğunun biraz daha sürmesine yol açar ve böylece likidite tahvillere yönelerek tahvil faizlerinin düşmesini sağlar. Peki piyasa neden tahvil faizlerini yükseltti? Büyük bir olasılıkla Çin’in elindeki ABD tahvil stoku nedeniyle. Çin’de yaşanan krizin derinleşmesi durumunda Çinli yetkililer likidite sağlamak için ABD hazine tahvillerini satabilirler. Böyle bir durumda tahvilleri değer kaybeder, tahvil faizleri yükselir. Piyasanın FED’in faiz artırımını erteleme ihtimalini değil de, bu ihtimali fiyatlamasını nasıl bir teoriyle açıklayabiliriz?
Çin’de yaşanan gelişmelerin ardından bir diğer ilginç durum ise Euro ve Japon Yen’inde yaşanıyor. Küresel piyasalarda belirsizliğin artması Euro ve Yen’in güvenli varlık olarak talep görmesine neden oldu. Yani, Çin kaynaklı küresel kriz riski yatırımcıların güvenli varlık olarak Euro ve Japon Yeni satın almalarına neden oldu. Fakat yatırımcıların ihmal ettiği nokta şu: Eğer Çin nedeniyle küresel ekonomide bir yavaşlama görülürse, bu doğrudan emtia fiyatlarının düşmesine yol açar, ki yol açtı da. Petrol fiyatları o kadar çok düştü ki, Business HT’nin haberine göre ABD’li petrol üreticilerinin borçlarını ödeyebilmeleri için en az 500 milyar dolara ihtiyaçları var. Petrol fiyatlarının ve ardından emtia fiyatlarının bu kadar çok düştüğü ve bundan sonra da düşebileceği bir ortamda Avrupa’nın mücadele ettiği deflasyon tekrar ortaya çıkabilir. Eğer Avrupa’da deflasyon tekrar ortaya çıkarsa bu durum ECB’nin daha fazla parasal genişleme yapmasına neden olabilir. Nitekim ECB’nin son toplantısında bankalardan tahvil alım limiti %25’den %33’e çıkartıldı. ECB’nin parasal genişlemeyi artırdığı bir ortamda Euro değer kaybedecektir. Euro’nun aynı etkiden dolayı (Çin etkisi) bir taraftan değer kazanırken diğer taraftan değer kaybetme olasılığının olması durumunu hangi kuram bize açıklayabilir?
Japon Yeni için de aynı durum geçerli. Eğer Çin etkisi nedeniyle emtia fiyatlarında düşüş yaşanırsa Japon Merkez Bankası’nın (BOJ) parasal genişleme yaparak mücadele ettiği deflasyon tekrar Japonya’ya geri dönecektir. Bu durum ise BOJ’un daha çok parasal genişleme yapmasına neden olacaktır. Yani, Japon Yeni böyle bir durumda değer kaybedecektir.
Ayrıca, Çin’in devalüasyon yapıp rekabet avantajı kazandığı bir ortamda Japon Yen’inin güvenli varlık talebi nedeniyle değer kazanması Japonya’nın dış ticaret bilançosunu olumsuz etkileyecektir ve Japon yetkililerin ister istemez kura müdahale edip Yen’in değerini düşürmesine yol açacaktır.
Gördüğünüz gibi, pek çok örnekte aynı anda hepsi de rasyonel olan farklı alternatifler olmasına rağmen piyasalar bunlardan birini görüp diğerlerini o an için algılamıyor. Tabi ki piyasa algısı da oldukça değişken. Piyasaların bir süre sonra diğer senaryoları daha fazla göz önünde bulundurup davranış değişikliği yapmayacağını kim söyleyebilir? O zaman sormamız gereken soru şu: Piyasaların küresel ekonomiyi algılama farklılıkları finansal ürünlerin fiyatlarını bu kadar çok etkiliyorsa, piyasaların bu dinamik algılama fiyatlama sistemine uygun yeni teorilerin geliştirilmesi gerekli değil mi? Görüşmek üzere.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
Mail adreslerim: utugberk@gmail.com utugberk@hotmail.com