Tuğberk Çiloğlu
2008 Krizi… 1929 Krizinden sonra yaşanan en şiddetli ekonomik kriz. Hepimizin bildiği gibi 2008 Krizi gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisinde ciddi dengesizliklere yol açtı, pek çok ekonomiyi derinden sarstı. Kriz nedeniyle pek çok ülkede işsizlik oranları tavan yaparken, ekonomiler ciddi biçimde daraldı. Hisse senedi piyasalarında çok büyük çöküşler görüldü, ABD’de ve Avrupa’da itibarı yüksek, kredi derecelendirme kuruluşlarının en yüksek not verdiği bankalar ya iflas etti yada iflasın eşiğinden döndü. Etkisi bu derece büyük bir kriz neden çıktı? Krizi tetikleyen temel unsur neydi?
Yukarıdaki sorulara bir cevap aradığımız zaman gözümüze çarpan bir gerçek var; krizin özünü, neden çıktığını, açık ve net olarak anlatan kaynak bulmak oldukça güç. Çoğunluk, gerçeğin etrafından dolanıyor, olayın özünü açıklamıyor. Öncelikle şunu söyleyebiliriz; 2008 Krizinin nedenlerini bulmak için, 2008 yılından biraz geriye gitmek gerekiyor. Her krizde, her önemli tarihsel olayda olduğu gibi, tarih her zaman bizlerin yardımcısı. Gelin, hep beraber anlamaya çalışalım.
Aslında her şey 1990’lı yıllarda başladı. Bildiğimiz gibi, 90’lı yıllar internet çağının başladığı zamanlar. İnternet, o yıllarda ABD’de hızla gelişmeye, giderek büyüyen bir ekonomi halini almaya başladı. Günbegün yeni internet şirketleri kuruluyor, her geçen gün yenisi ekleniyordu. Giderek internet; e ticaret, bilgiye ulaşım ve eğlence gibi alanlarda yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandı. Kurulan bu internet şirketlerinin sermayeye ihtiyacı vardı. Bu şirketlerin büyük bir kısmı, sermaye bulmak için halka açılmayı tercih etti; istikamet belliydi: Wall Street.
Her geçen gün yeni bir internet ekonomisi şirketinin hisseleri Amerikan sermaye piyasalarında, borsalarında halka arz oluyordu. Amerikalı tasarruf sahipleri, yatırımcılar, fon yöneticileri, kısacası elinde parası olup para kazanmak isteyenlerin büyük bir kısmı bu teknoloji şirketlerinin hisselerine hücum ediyordu. Piyasalarda öyle bir çılgınlık ve kendine güven hali oluşmuştu ki, kimsenin aklına bu şirketlerin hisselerinin fiyatlarının düşebileceği gelmiyordu. Fiyatlar, temel değerlerinin oldukça üzerine çıkmıştı. Bu çılgınlık 90’lı yıllar boyunca devam etti. Fakat her güzel şeyin olduğu gibi, bu bahar döneminin de bir sonu vardı, 2000 Mart’ında balon tüm gücüyle patladı.
Her finansal balonda olduğu gibi, yatırımcılar büyük bir korkuyla ellerindeki hisse senetlerini satmaya başladı. Ana akım iktisat, ekonomik birimlerin hep rasyonel ve mantıklı olduğunu varsayar ve iddia eder. Finansal piyasalar ise sürekli olarak bu varsayımı çürütür. Teknoloji hisselerindeki coşku döneminde, nasıl ki fiyatlar temel değerlerinin astronomik ölçülerde üstüne çıktıysa, Mart 2000’de balon patladığında tam aksi oldu; fiyatlar temel değerlerinin oldukça altına indi.
Tahmin edebileceğiniz gibi, Amerikan ekonomisi bu durumdan oldukça olumsuz etkilendi, ekonomideki işlem hacmi azaldı, balonun patlaması her zaman olduğu gibi yine Amerikan Ekonomisini vurdu. Bir de bu olayların üstüne 2001 yılında 11 Eylül saldırıları gelince, tahmin edebileceğiniz gibi, Amerikan Ekonomisinde ciddi bir güvensizlik ortamı oluştu ve tüketim ciddi miktarda azaldı. Şöyle sorduğunuzu duyar gibiyim: Bu olayların 2008 Krizi’yle ne ilgisi var? Aslında çok ilgisi var. Gelin, anlatalım.
Az önce bahsettiğimiz gibi, Amerika’da ekonomi ciddi bir şekilde bu olaylardan etkilenince, ekonomiyi düzeltmek Amerikan Merkez Bankası’na (FED) kaldı. FED, faiz oranlarında üst üste indirimler yaparak yüzde 1’lere kadar düşürdü. FED’in tek bir amacı vardı; duraksayan ekonomiyi tekrar canlandırmak. Fakat, her zaman olduğu gibi unuttukları bir şey vardı: Ekonomi, düğmeye basınca ayarları değişen, açılıp kapanan bir makine değildi. Asıl macera bundan sonra başladı.
FED faiz oranlarını düşürünce, Amerikan ekonomisinde ciddi bir para arzı bolluğu yaşandı. Faiz oranlarının düşmesi, Amerikalıların tasarruf eğilimlerini azaltırken, tüketim eğilimlerini artırdı. Ama en önemli etkisi krediler kanalıyla gerçekleşti; kredi maliyetleri ciddi miktarlarda ucuzladı. Bu sefer, her parasal genişleme döneminde olduğu gibi, piyasalar yeni spekülasyon alanını belirledi, tahmin edebileceğiniz gibi; konut piyasası.
Amerikalılar, kredi maliyetleri ucuzlayınca, bankalardan ucuz konut kredilerini çekip, konut alımına yöneldiler. İnsanlar, çok düşük faiz oranları nedeniyle, ikinci, hatta sadece spekülasyon yapmak için üçüncü evlerini almaya başladılar. Ev alırken insanlar, aldıkları evi kullanım amacıyla almıyorlardı. Tek bir amaçları vardı; evi aldıktan sonra biraz bekleyip daha pahalıya satmak. Ev fiyatları ve arsa fiyatları büyük bir hızla yükselmeye başladı. Konut piyasasının karlı olduğunu gören Amerikalı müteahhitler, bankalardan kredi çekip konut yapımına başladılar.
Gayrimenkul fiyatları o kadar büyük bir hızla artıyordu ki, teknoloji balonunda olduğu gibi, fiyatların düşebileceği kimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu. Konut fiyatlarının hiç düşmeyeceğine, daima yükseleceğine inananlar çoğunluktaydı. Fakat, 2008 Krizine asıl neden olan şey, bu değildi. Eğer olay burda kalsaydı, bu ölçüde büyük bir kriz olmazdı. Fakat ne yazık ki, işler çok daha büyüdü. Nasıl mı? Gelin, anlatalım.
Konut balonunun, dünya çapında bir krize neden olmasını sağlayan şey; bu sürecin finansal piyasalara taşınması oldu. Finans sistemi, tamamen reel bir olgu olan konut piyasasını menkul kıymetleştirdi. Süreç şöyle işliyordu: Amerikalı bir tüketici bir bankaya gidip konut kredisi çekiyordu. Banka ise verdiği bu konut kredisini teminat göstererek tahvil/bono ihraç ediyordu, yani banka verdiği borcu teminat göstererek kendisi borçlanıyordu. Verilen konut kredilerinin adı Mortgage Kredisi idi. Dolayısıyla, teminat göstererek çıkardıkları menkul kıymetlere de Mortgage’a dayalı menkul kıymet deniyordu.
Bankalar, çıkardıkları bu Mortgage’a dayalı menkul kıymetleri sermaye piyasalarında yoğun bir şekilde satmaya başladılar. Konut fiyatlarının yükseleceğinden herkes o kadar emindi ki, bu menkul kıymetler son derece yüksek fiyatlara satılıyordu. Konuta hücum, menkul kıymete hücuma dönüştü. Yatırım bankaları, fon yöneticileri, büyük bir hızla borçlanarak, yüksek kaldıraçlı işlemler yaparak, bu menkul kıymetlerden satın alıyorlardı. Mortgage’a dayalı menkul kıymetlerin oluşturduğu piyasanın büyüklüğü, reel konut piyasasının büyüklüğünün katbekat üstüne çıktı. Felaket resmen geliyorum diyordu, ama her zaman olduğu gibi, yatırımcılar tüm uyarılara karşı gözlerini ve kulaklarını yummuşlardı. Sizlerin de bildiği gibi, balon patladı.
Aslında balonun patlayıp, krize dönüşmesi oldukça beklenen ve öngörülebilen bir şekilde gerçekleşti. FED, 2004 yılında, enflasyon tehlikesinden çekinerek, faiz oranlarını artırmaya başladı ve aşama aşama artırdı.Konut fiyatlarının daima yükseleceğine inanan Amerikalı müteahhitler, konut arzını çok büyük ölçülerde artırmışlardı. Öyle bir an geldi ki ( 2007 yılı) herkes konut arzının, konut talebini geride bıraktığını fark etti. 2004 yılından itibaren artan faiz oranları insanların konut talebini azaltmaya başlamıştı. Tahmin edebileceğiniz gibi, büyük bir panik başladı. Amerikalı ev sahipleri büyük bir hızla evlerini satmaya başladı. Konut fiyatları hızlı bir şekilde düşmeye başladı. Konut fiyatları düştükçe, konut satışları da hızlanıyordu. Kimse konut talep etmez oldu. İnsanların, daha yüksek bir fiyattan satma amacıyla, kredi çekip aldıkları evlerin fiyatı, her geçen gün düşmeye başlayınca, panik çığ gibi arttı.
Reel piyasada başlayan bu kriz, hızla finansal piyasalara bulaştı. Nasıl mı? Konut kredisi çekenler, bankalara olan kredi borçlarını ödeyemez hale geldi. Hatırlayacağınız gibi, bankalar verdikleri bu kredileri teminat göstererek, menkul kıymet arz edip, borçlanmışlardı. Bankaların ihraç ettikleri menkul kıymetlerin değeri bir anda düştü. Bunun üzerine bu menkul kıymetleri borçlanarak satın alan yatırım bankaları ve fon yönetim şirketleri hızla zarar etmeye başladılar. Hızla, ellerindeki diğer varlıkları satmaya başladılar. Amerikan hisse senedi piyasalarında fiyatlar, büyük bir hızla düşmeye başladı. Bankalara parasını yatıran mevduat müşterileri, paralarını kaybetme tehlikesini görünce, bankalara hızlı bir hücum başladı; herkes bankalardan parasını bir an önce çekmek istiyordu. Tüm bu olayların sonucunda, finans sistemi resmen çöktü. Bankalar, temel işlevleri olan, kredi verme işlevini yerine getiremez hale geldiler ve Amerikan ekonomisi büyük bir durgunluğun içerisine girdi. Değerleri çöken menkul kıymetlerden Avrupalı bankalar da satın almışlardı. Dolayısıyla kriz, büyük bir hızla Avrupa ekonomisine de bulaştı. Bildiğiniz gibi, FED yine yardıma koştu ve devasa parasal genişleme paketleri ilan etti, pek çok özel banka kamulaştırıldı.
Nerede yanlış yapıldı? Bu krizin bu kadar büyümesine neden olan şey aslında neydi? Cevap basit: İnsanların unutkanlığı. Her finansal yada reel balon döneminde, insanlar her zaman olduğu gibi geçmişi unuturlar ve fiyatların daima yükseleceğini zannederler. Çöküş geldiğinde ise, bir sonraki dönemde temkinli davranacaklarına dair kendilerine söz verirler ama verilen bu sözler unutulur. Galip olan şey, kısa vadeli hırslardır. İspanyol asıllı ABD’li filozof Santayana’nında dediği gibi: ”Geçmişi unutanlar, onu yeniden yaşamaya mahkum olurlar”. Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.