Tuğberk Çiloğlu
Bir ülkenin finans sisteminin, para ve sermaye piyasalarının gelişmişliği, etkinliği ne kadar yüksekse, o ülkenin sağlıklı bir şekilde büyüme ve gelişme olasılığı da o kadar yüksek olur. Hepimizin bildiği gibi, finansal piyasaların en önemli görevi, tasarruf fazlası olan ekonomik birimlerden; tasarruf açığı olan ekonomik birimlere fon transferini etkin bir şekilde gerçekleştirebilmektir. Bu transfer, ne kadar etkin, hızlı ve güvenilir bir şekilde gerçekleşirse, yatırımlar da o kadar hızlı ve etkin bir şekilde gelişir ve ülkenin büyümesine katkı sağlar. Fakat ne yazık ki, finansal piyasaların etkin işlemesine engel olan pek çok faktör var. Bu faktörlerden belki de en önemlisi; asimetrik bilgi. Asimetrik bilgi neymiş, neyle ilgiliymiş, gelin hep beraber görelim.
Asimetrik bilgi, adı üstünde, simetrik olmayan bilgi. Yani, eşit dağılmamış olan bilgi. Diyelim ki evinize yeni mobilyalar almak istiyorsunuz ve bir mobilya mağazasına gittiniz. Şimdi, kritik soru şu: Satın almak istediğiniz mobilyanın özelliklerini siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa yıllardır o işle uğraşmakta olan mağaza sahibi mi? Tabii ki de mağaza sahibinin mobilyanın özelliklerine dair bilgisi, sizinkinden çok daha fazla olacaktır. Peki ya mağaza sahibi size, kalitesiz bir mobilyayı yüksek bir fiyattan ‘kaliteliymiş’ gibi satmaya kalkışırsa? Gördüğünüz gibi, asimetrik bilgi sorunu sandığımızdan çok daha fazla güncel hayatın içinde. Bu basit örneği, daha büyük piyasalara da uyarlayabiliriz. Nasıl mı? Analize devam edelim.
Konuya devam etmeden önce, asimetrik bilginin neden olduğu iki farklı durumu açıklamak isterim. Bunlardan ilki, ”ters seçim”, ikincisi ise ”ahlaki tehlike” (moral hazard). Nedir bunlar? Ters seçim, bir alım-satım işlemi gerçekleşmeden önce meydana gelen istenmeyen durumdur. Literatürde bu konuda en önemli çalışmalardan birini yapmış olan isim, Nobel Ekonomi Ödülü de almış olan, George Akerlof’dur. Akerlof’un çalışması ”limon sorunu” olarak da bilinir. Çalışma, ikinci el otomobil piyasasıyla ilgilidir ve ”limon sorunu” denilmiş olmasının nedeni, ikinci el otomobil piyasasında, düşük kaliteli ve kötü kullanılmış olan arabalara ”limon” adının verilmesidir. Süreç şöyle işler: İkinci el araba almak isteyen bir alıcı, arabayı satan kişilerden daha az bilgiye sahiptir. Başka bir deyişle, arabayı satan kişi, arabanın özelliklerini çok iyi bilmektedir çünkü yıllardır o arabayı kullanıyordur. Doğal olarak, böyle bir piyasada, hem düşük kaliteli, hem de yüksek kaliteli ikinci el otomobiller bulunacaktır. Kuşkusuz, araba almak isteyen kişiler de bu durumu bilmektedir ve bu nedenle piyasada olan denge fiyat, düşük kaliteli arabalarla, yüksek kaliteli arabaların fiyatı arasında, ”ortalama” bir fiyat olacaktır. Şimdi gelin, hep beraber düşünelim. Diyelim ki az önce söz ettiğimiz ortalama bir fiyat oluşmuş olsun. Bu durumda, ”limon” araba satıcıları bu durumdan oldukça memnun olurlar. Çünkü örneğin arabalarının gerçek değeri 20000 TL’dir ama ikinci el piyasasındaki fiyat 30000 TL’dir. Fakat, yüksek kaliteli, iyi kullanılmış arabaları satanlar ise, bu durumdan oldukça rahatsız olacaklardır. Çünkü, arabalarının gerçek değeri 40000 TL olmasına rağmen, piyasa fiyatı olan 30000 TL’den satış gerçekleştiğinde, arabalarını ucuza satmış olurlar. Tahmin edebileceğiniz gibi, piyasa dinamikleri işlemeye başlar ve piyasa ”limon” araçlar tarafından işgal edilir. Çünkü araçlarını ucuza kaptırmak istemeyen iyi kaliteli araç sahipleri, satıştan vazgeçerler. Eşzamanlı olarak, araba satın almak isteyenler de bu durumu fark ederler ve düşük kaliteli araçlara yüksek fiyat ödemek istemediklerinden, yani ”ters seçim” yapmak istemediklerinden, piyasayı terk ederler. Sonuç? Piyasada alınıp satılan araç miktarı giderek düşer ve alınıp satılan araçlar genellikle düşük kaliteli araçlar olur. Yani, piyasa etkinliğini kaybeder.
Aynı süreci, rahatlıkla hisse senedi piyasaları için de uyarlayabiliriz. Bu noktada sorulması gereken kritik soru şu olur: Bir şirketin işleyiş süreciyle, faaliyet yapısıyla ilgili bilgileri, o şirketin uzun zamandır yönetiminde, işleyişinde görev alan yöneticiler ve şirket sahipleri mi daha iyi bilir, yoksa sadece bilgisayar ekranından şirketle ilgili bilançoları inceleyerek alım-satım kararı veren yatırımcılar mı? Tabii ki de, şirketin işleyişi ve yapısıyla ilgili süreçleri, yöneticiler ve şirket sahipleri çok daha fazla bilecektir. İşte bu noktada, hisselerin piyasadaki ortalama fiyatı da, düşük ve yüksek kaliteli hisselerin ortalama fiyatına yakın olacaktır. Tahmin edebileceğiniz gibi, riskli ve kalitesiz şirketler bu durumdan faydalanmak için borsalara hücum ederken, kaliteli şirketler ise, hisselerini ucuza satmamak için piyasadan uzak duracaktır. Sonuç? Tahmin edebileceğiniz gibi, piyasayı hızla kalitesiz şirketlerin hisseleri işgal eder ve bu durumu gören alıcılar da ”ters seçim” yapmamak için piyasadan çekilmeye başlar. Bunun sonucunda ise düşük kaliteli hisselerin alınıp satıldığı, sığ bir piyasa ortaya çıkar.
Peki bu durum engellenebilir mi? Yani, piyasadaki asimetrik bilgi durumu ortadan kaldırılarak, ”ters seçim” yapma riski sıfırlanabilir mi? Bunu yapmanın yollarından biri, özel danışmanlık şirketlerinin, borsada işlem gören şirketler hakkında veri, bilgi toplayarak, hangi şirketin iyi, hangi şirketin kötü olduğu bilgisini, bu bilgiyi talep eden yatırımcılara satmasıdır. Böyle bir durumda, yatırımcılar hangi şirketin gerçekten iyi, hangisinin gerçekten kötü olduğunu öğrenebilir ve asimetrik bilgi sorunu ortadan kalkmış olur. Dolayısıyla, ters seçim yapma riski olmadığı için, her şirket doğru fiyatlanır ve kötü şirketler piyasalardan elenir. Kaliteli şirketler ise, hisseleri gerçek değerlerinden satıldığı için, seve seve borsada hisselerini satarlar. Yani, piyasa etkin bir şekilde işler. Fakat bu durum sürdürülebilir olur mu? Olmaz. Neden mi? Okumaya devam edelim.
Varsayalım ki siz bir yatırımcısınız ve piyasada asimetrik bilgi sorunu var. Hem kötü, hem de iyi şirketler ortalama bir fiyattan satılıyor. Siz, gerçeği öğrenmek istiyorsunuz ve bir danışmanlık firmasına ücret ödeyerek, hangi şirket iyi, hangisi kötü öğrendiniz. Bu bilgiye sahip olduğunuz andan itibaren, yüksek kaliteli şirketleri ucuz bir fiyattan alma şansı elde edersiniz. Buraya kadar gayet güzel. Fakat bir süre sonra, sizin bu hisseleri alıp yüksek getiri elde ettiğinizi gören diğer yatırımcılar da aynı hisseleri almaya başlarlar. Sonuç? Sizin eskiden daha ucuza alma şansına sahip olduğunuz hisselerin fiyatları, herkes aynı hisselerden almaya başlayacağı için, pahalılaşmaya başlar. Dolayısıyla, sizin yüksek getiri elde etme olasılığınız giderek düşer. Siz, bu olasılığın düştüğünü görünce, bilgi satın aldığınız danışmanlık firmasından, bir işe yaramadığı için bilgi satın almamaya başlarsınız ve diğer yatırımcılar da aynısını yapmaya başlarlar. Sonuçta, bu danışmanlık şirketleri piyasadan çekilir ve asimetrik bilgi sorunu tekrar geri dönmüş olur. Bu olaya literatürde ”bedavacılık sorunu” adı verilir.
”Ahlaki tehlike” (moral hazard) sorunu ise, borcu yada fonu verdikten sonra ortaya çıkan tehlikedir. Şöyle düşünebiliriz: Bir yatırımcı, bir şirketin hisse senedini almak yerine, şirketin çıkardığı borçlanma kağıdını (tahvil, bono) alıyorsa, şirketten tek beklediği şey; borcun zamanında ödenmesi olur. Yani, eğer şirket borcunu zamanında ödeyebiliyorsa, ne kadar kar ettiğinin tahvil, bono sahibi için çok fazla önemi yoktur. Burada asıl tehlike şu: Borç verdiğiniz şirket, parayı düşük riskli, sağlam projelerde değerlendirmek yerine, son derece riskli olan projelerde değerlendirebilir. Örneğin bir bankanız var ve, bir makine üreticisine kredi verdiniz. Sizin beklentiniz, bu şirketin sizden aldığı fonu, yeni makine yatırımlarına harcaması ve istikrarlı bir şekilde büyümesi. Böylece, verdiğiniz borcu faiziyle birlikte rahatlıkla geri alabilirsiniz. Fakat, bu şirket sizden borcu aldıktan sonra, parayı gizlice son derece riskli alanlarda kullanabilir. Çünkü eğer riskli olan işte başarılı olursa, borcun vadesi geldiğinde size borcunuzu öder ve geri kalan getiri makine şirketine kalır. Fakat eğer riskli proje başarısız olursa, size borcunu ödeyemez, yani siz zararlı çıkarsınız. İşte bu tehlikeden dolayı siz, iyi bir şirkete bile kredi vermekten çekinebilirsiniz. Bu durum ise borçlanma piyasasının etkinliğini bozucu yönde etki yapar.
Gördüğünüz gibi, asimetrik bilgiden kaynaklanan ”ters seçim” ve ”ahlaki tehlike” riskleri, finansal piyasaların etkin bir şekilde işlemesini engelleyen en önemli tehlikelerdir. Bu konunun çözümü ancak, finansal piyasalardaki faaliyetlerin denetleyici ve düzenleyici kurumlar tarafından sıkı bir şekilde izlenmesiyle, düzenlenmesiyle sağlanabilir. Bugün, gelişmiş ülkelere baktığımız zaman, denetleyici ve düzenleyici kurumların oldukça etkili bir şekilde işlediğini görmekteyiz. Bunun sonucunda ise, gelişmiş ülkeler uluslararası finansal sistemdeki üstünlüğünü rahatlıkla sürdürebilmektedir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım ”asimetrik bilgi” konusu, oldukça derin ve önemli bir konudur. Gerek bu konuda, gerekse diğer finansal konularda bilgilerini derinleştirmek isteyenlere önerebileceğim kitap, bu yazıyı yazarken yararlandığım ve daha önce de tavsiye etmiş olduğum Frederic Mishkin’in ”Para, Bankacılık ve Finansal Piyasalar İktisadı” (Akademi Yayıncılık) isimli kitabıdır. Bu tür kitapların okunmasının ülkemizdeki finansal derinliğin gelişmesi açısından oldukça önemli bulduğumu belirtir ve herkese iyi bir hafta sonu dilerim. Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.