Tuğberk Çiloğlu
Son dönemde finansal ekonomide çok kritik gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. Petrol fiyatları, Amerikan Merkez Bankası (FED), ECB, Çin ekonomisi… listeyi uzatmak mümkün. Küresel ekonomi öylesine iç içe geçmiş durumda ki, bu olaylardan birini diğerinden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değil. Gelin, bu gelişmeleri analiz edelim.
2014 yılından beri baş aşağı düşen petrol fiyatları yavaş yavaş yükselmeye başladı. Nedeni ise geçtiğimiz günlerde Cezayir’de gerçekleşen toplantıda alınan petrol üretimini kısma yönündeki konsensüs kararı. Üretimi kısma süreci aniden başlamayacak, aşama aşama olacak. Bu durum aslında büyük olasılıkla petrol fiyatlarının en küçük bir üretimi kısma algısı oluşturan haber-veri sonucunda yukarı gitmesi demek.
Hatırlarsanız, petrol fiyatlarının düştüğü dönemde de buna benzer bir süreç yaşanmıştı. Sürekli olarak küresel arz fazlası gündeme gelmiş, her gündeme geldiğinde ise petrol fiyatları aşağı yönde hareket etmişti. Bu süreç şimdi tam tersi yönünde işliyor. Peki, petrol üreticilerini bu kararı almaya götüren temel neden neydi ?
Suudi Arabistan petrol fiyatlarının düştüğü dönemde bu durumdan rahatsız olmamıştı çünkü bunun iki temel sebebi vardı; Suudilerin petrol üretim maliyetinin oldukça düşük olması ve ABD’deki petrol üreticilerinin düşük fiyatlar nedeniyle üretimlerini ve yatırımlarını azaltmaları. Doğal olarak, Suudiler petrol üretim maliyetleri düşük olduğu için fiyatlardaki düşüşe uzun süre dayandılar, hatta bu durumdan fayda bile sağladılar çünkü ciddi fiyat indirimlerine giderek Asya pazarındaki paylarını genişlettiler. ABD’deki petrol üreticileri konusu ise çok daha önemli. ABD’de kaya gazı teknolojisi sayesinde petrol üretimi bildiğiniz gibi artmıştı. Fakat 2014’den itibaren petrol fiyatlarındaki düşüş ABD topraklarındaki petrol üretimini istenilen ölçüde artıramadı. Bu,şu anlama geliyordu: ABD uzun bir süre daha petrol bakımından Suudi Arabistan’a bağımlı kalacaktı. Suudiler bu durumdan çıkar sağlayacaklardı. Yani, Suudiler bu durumdan oldukça memnundu. ABD de bu durumdan memnundu çünkü düşük petrol fiyatları sayesinde Rusya’yı ekonomik olarak zor durumda bırakabiliyordu. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Nasıl mı ?
Suudi Arabistan devlet bütçesi petrol fiyatlarının düşüşünden çok kötü etkilendi, Suudilerin bütçe gelirleri önemli ölçüde düştü. Arap Baharının kendi ülkelerinde yaşanmasını istemeyen Suudiler kamu harcamalarını 2011 yılından bu yana artırmışlardı, sonuç olarak Suudilerin bütçe açığı sürdürülemez seviyelere ulaştı.
Diğer taraftan düşük petrol fiyatları ABD ekonomisinde enflasyonun aşırı düşük kalmasına neden oluyordu. Bir ekonominin dinamik ve canlı kalması için küçük de olsa enflasyon şarttır. ABD bu durumdan rahatsızdı çünkü aşırı düşük enflasyon nedeniyle FED bir türlü faiz oranlarını istediği ölçüde artıramıyordu. FED bir an önce faizi normal seviyelere yükseltmek istiyor çünkü eğer ABD ekonomisi yeniden ciddi bir finansal-ekonomik krizle karşılaşırsa faizleri indirip ekonomide likidite yaratmak için kendisine bir manevra alanı açmalı. Yani, aşırı düşük enflasyondan kaynaklanan aşırı düşük faiz oranlarının olduğu bir ülke ciddi bir ekonomik krize yakalanırsa, faiz oranlarını yeniden düşürmek oldukça zor ve maliyetli olur. FED bunu çok iyi biliyor.
Ayrıca uluslararası politikada yaşanan gelişmeler de oldukça etkili oldu. ABD’nin Rusya’yı zor durumda bırakmaya çalışmasının en temel nedenlerinden biri Rusya’nın Suriye politikasıydı. Fakat son zamanlarda ABD, Rusya ile Suriye konusunda bir uzlaşmaya gitti. ABD dış politikası artık Şam yönetimine daha ılımlı yaklaşıyor. Yani, en azından orta vadede ABD’nin Rusya’yı zor durumda bırakma nedeni ortadan kalktı.
Bir diğer neden ise şu: ABD’nin bugün en büyük rakibi Rusya değil, Çin. Önceki yazılarımızda da bahsetmiştik, Çin ekonomisi üretim-ihracat ekonomisinden yavaş yavaş tüketim-ithalat ekonomisine kaymaya başlıyor. Eski dünya düzeninde Çin üretici, ABD tüketici idi. Bundan sonraki düzende Çin tüketici olacak. Fakat gezegenimizin kaynakları Çin tüketici iken ABD’nin de tüketici olmasını kaldıramaz. Bunu hem ABD hem de Çin çok iyi biliyor. Dünya barışı için bu iki süper güç ülkeden birinin üretici, diğerinin tüketici olması gerekiyor. ABD yeni düzende enerji (petrol) ihracatçısı, yani üretici olmak istiyor. Çin ise zaten dünyanın en büyük petrol ithalatçılarından. Bundan sonraki süreçte Çin, petrol ithalatı bakımından ABD’ye daha fazla bağımlı hale gelebilir. ABD de güç dengeleri bakımından bunu istiyor. Bloomberg HT’nin haberine göre Çin para birimi Yuan’ın SDR’ye (Özel Çekme Hakları) dahil olması önümüzdeki beş yılda Çin’e 1 trilyon dolar yabancı fonun giriş yapmasına neden olabilir. Böyle bir durumda Yuan çok daha fazla değer kazanacaktır ve bu da Çin’in ithalat ekonomisine geçişini hızlandıracaktır. Fakat ABD ancak kendi ülkesindeki petrol üreticileri petrol üretim ve yatırımlarını artırırsa küresel bir petrol ihracatçısına dönüşebilir.
Yukarıda saydığımız tüm bu nedenlerden dolayı petrol fiyatlarının yükselmesi gerekiyordu, uluslararası sistemin işleyişi bunu gerektiriyordu. Peki, bundan sonraki süreçte eğer petrol fiyatları hızlı bir yükselişe geçerse bunun sonuçları ne olur ?
Öncelikle, petrol fiyatlarındaki artış FED’in faiz artırım sürecini hızlandıracaktır çünkü yüksek petrol fiyatı demek yüksek enflasyon demek. Burada ilginç bir durum ortaya çıkıyor: Normalde Doların değeri ile petrolün fiyatı ters orantılı olarak hareket eder, yani Dolar artarken petrol düşer, Dolar düşerken petrol artar. Fakat, bu ilişkinin nedenselliği Dolar’dan petrole doğrudur. Yani örneğin Dolar düştüğü için petrol yükselir.
Fakat bu sefer, tıpkı petrol fiyatlarının artışı Dolar’da da bir artışı tetikleyecektir. Çünkü petrolün varil fiyatı arttıkça ABD’deki enflasyon artacaktır, bunun soncusunda FED daha hızlı faiz artıracağı için Doların değeri de yükselecektir. Yani bu sefer ilişki doğru orantılıdır çünkü nedenselliğin yönü petrolden Dolara doğrudur. Devam edelim.
Doların değerindeki artış emtia fiyatlarını aşağı çekecektir. Bu da ABD şirketlerinin en temel girdi olan emtiaya ucuza ulaşması demek. Bu da bu süreçte ABD şirketlerinin sermaye birikim sürecini hızlandıracaktır. Bir başka deyişle, bu durumdan ABD karlı çıkacaktır.
Fakat bu süreçte Çin’in lehine olan gelişmeler de var. Yuan’ın SDR’ye dahil olması Dolar’ın küresel rezerv para statüsünün bir ölçüde azalmasına yol açacaktır. Bu ise ABD’nin uzun vadede daha zor koşullar altında finansman bulması demek. Kuşkusuz bu durum ABD hazinesi ve şirketleri için olumlu olmayacaktır.
Dolar’ın küresel rezerv para statüsünü azaltan bir diğer unsur ise Euro. Euro’nun itibarının azalması, Dolar’ın küresel rezerv para statüsünden düşme hızını yavaşlatacaktır. Bu noktada, ABD Adalet Bakanlığı’nın tam da bu dönemde Alman Deutsche Bank’a yüklü bir para ceza vermesi tesadüf değil gibi gözüküyor. Çünkü bu ceza nedeniyle Deutsche Bank’ın müşterisi olan önemli hedge fonlar paralarını bu bankadan çekmeye başladı, bu ise piyasalarda Deutsche Bank’a yönelik şüphe oluşmasına neden oldu. Bu bankanın hisse senedi fiyatları Frankfurt Borsasında hızlı bir şekilde düştü. Bir bankanın hisse senedi fiyatının düşmesi genellikle o bankanın CDS (kredi temerrüt swapı) primlerini artırır. CDS primi arttıkça o bankanın likiditeye ulaşma şansı azalır. Bankalar için zor durumlarda likidite altın değerindedir. Bu bankayla ilgili ne olacağını hep beraber göreceğiz fakat şunu da unutmamak gerekiyor: Euro para birimi asıl gücünü Alman ekonomisinden alıyor. Deutsche Bank ise Alman ekonomisi için çok ama çok önemli. Yani aslında arka planda küresel devler arasında güç savaşı yaşanıyor, görünürde yaşananlar ise bu güç savaşının sadece bir yansıması.
Tüm bu gelişmelerin sonucunda bir türlü toparlanamayan Avrupa ekonomisi nedeniyle ECB (Avrupa Merkez Bankası) parasal genişleme programına devam ediyor, bu ise Euro’ya olan uzun vadeli güveni daha çok aşağı çekiyor.
Gördüğünüz gibi, küresel ekonomi ve küresel piyasalar her zamanki gibi dinamik ve akışkan. Ne olacağını zaman gösterecek yine her zamanki gibi.
Görüşmek üzere.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
Mail adreslerim: utugberk@gmail.com utugberk@hotmail.com