Tuğberk Çiloğlu
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, uluslararası finansal piyasalar, oldukça yüksek hacimli ve değişken piyasalardır. Uluslararası döviz piyasası ise, bu piyasalar içerisinde günlük hacmi en yüksek olan piyasadır. Finansal piyasalarla reel piyasaların, birbirine benzeyen yönleri de vardır, benzemeyen yönleri de. Ve belki de birbirine benzemeyen yönlerinden en önemlisi, iki piyasanın olaylara tepki verme süresi arasındaki farktır. Ne demek istedim? Okumaya devam edelim.
Kendinizi finansal piyasalarda alım satım yapan bir yatırımcı olarak hayal edin. Bütün gün bilgisayar ekranlarının başındasınız, sürekli gelişmeleri takip ediyorsunuz. Varsayalım ki, finansal yatırımlarınız dışında, uzun vadeli olarak düşündüğünüz ev, arsa, gibi reel yatırımlarınız da var. Bir gün bilgisayar ekranınızın başındayken, tüm ülkenin ekonomisini olumsuz yönde etkileme potansiyeli olan bir haber aldığınızı düşünelim. Örneğin, aşırı borçlu çok büyük bir şirketin borçlarını ödeyemediğini ve bu durumun da bir süre sonra tüm ekonomik sistemi etkileme potansiyeli olduğuna dair bir haber okudunuz. İlk yapacağınız şey ne olur? Muhtemelen ekranın başından kalkıp ev ve arsalarınızı satmayı düşünmezsiniz. İlk önce, elinizdeki hemen paraya çevrilebilir olan finansal yatırımlarınızı elden çıkarırsınız. Çünkü, bunu yapmak çok daha az bir zamanınızı alacaktır. Belki de haberi okuduktan yarım saat sonra tüm finansal yatırımlarınızı satmış olacaksınız. Ve sizinle beraber, aynı haberi okuyan çoğu yatırımcı da benzer şekilde davranacaktır. Sizlerin de tahmin edeceği gibi, çok kısa bir süre içerisinde, çoğu finansal varlığın fiyatı (hisse senedi, ulusal para, bono, tahvil vb.) çok büyük ölçülerde düşmüş olacaktır. Fakat, bu kısa, hızlı ve yoğun tepkinin hemen ardından, yatırımcıların aklına şu soru gelecektir: Acaba aşırı tepki mi verdik? Bu sorunun akıllara gelmesinin nedeni, konuyla ilgili sonradan gelen haberlerin daha pozitif olması olabilir; belki de borç krizi sadece o şirketle sınırlı kalacaktır. Ya da, pozitif haberler gelmese bile yatırımcılar aşırı bir şekilde hareket ettikleri kanısına varabilirler. Bu yeni kanının oluşmasının ardından, finansal varlıkların fiyatlarında yeniden bir toparlanma olacaktır. Bu toparlanma devam da edebilir, etmeyebilir de. Eğer yeniden olumsuz haberler gelmeye başlarsa, fiyatlar tekrar aşağı yönde gitmeye başlayacaktır. Eğer olumlu haber akışı hızlanırsa, fiyatlar bu sefer hızlı bir şekilde yukarı gitmeye başlayacaktır.
Tüm bu süreç esnasında, dikkat çekilmeye değer iki nokta var. Piyasalara gelen bir haberin, sizlerin de fark ettiği gibi iki etkisi var. Kısa vadeli etki ve uzun vadeli etki. Bir haber piyasalara düştüğünde, kısa vadeli etki, uzun vadeli olması gereken etkiden çok daha yoğun ve hızlı bir şekilde kendini gerçekleştiriyor. Fakat bir süre sonra, piyasa oyuncuları uzun vadeli etkiden sapmış olduklarını fark ediyor ve ters yönde işlem yapmaya başlıyorlar. Bu birinci noktaydı. İkincisi ise çok daha garip. Piyasalara gelen bir haberin uzun vadeli etkisi henüz gerçekleşmeden, ondan bir süre sonra gelen haberin kısa vadeli yoğun ve aşırı etkisi, ilk haberin uzun vadeli etkisini azaltıyor, ya da yok ediyor. Yani, her haberin olması beklenen uzun vadeli sonucu, kendisinden sonra gelen haberlerin etkisi sonucunda değişiyor. Böylece bu süreç, birbiriyle karşılıklı olarak etkileşerek oldukça karmaşık ve çoklu bağlantılı şekliyle devam ediyor. Eğer süreci anladıysak, ”döviz kurlarında hedefi aşma”yı anlatmanın tam zamanı.
Bir an için, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) ani bir şekilde şiddetli bir parasal genişlemeye gittiğini hayal edelim. Yani, TCMB piyasalara yüklü bir miktarda TL versin, para arzını artırsın. Bu olayın kısa vadeli etkileri ne olur? ”Mutlak Doğrular ve Ekonomi” başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi, ”likidite etkisi” devreye girer. Yani, TL arzı arttıkça, insanlar ellerindeki TL’ler ile tahvil ve bono almaya başlarlar. Tahvil ve bonolara olan talep arttıkça, bu varlıkların fiyatı artar. Sabit getirili olan bu varlıkların fiyatı arttıkça, faizleri düşer. Sonuçta, kısa vadeli etki olarak faizler önemli bir ölçüde düşmüş olur. Peki, faizlerin düşmesinin döviz piyasasına olan etkisi ne olur? TL’nin getirisinin, yani faizinin düştüğünü gören yabancı yatırımcılar, ellerindeki TL’leri satmaya ve Dolar talep etmeye başlarlar. Bunun sonucunda kısa vadede, TL Dolar’a karşı önemli bir ölçüde değer kaybeder. Yani, Dolar değer kazanır. Peki süreç burada noktalanır mı? Hayır. Bunun ardından uzun vadeli etkiler gelir. Okumaya devam edelim.
TCMB’nin para arzını artırdığını ve bunun sonucunda faizlerin düştüğünü söylemiştik. Uzun vadede, faizlerin düşmesi ekonomik birimlerin davranışını değiştirir. Düşük faizi gören yatırımcılar, daha çok kredi talep etmeye başlarken, tüketiciler de daha çok kredi alıp daha çok tüketmeye başlarlar. Bunun sonucunda artan talep nedeniyle ekonomide fiyatlar genel seviyesi yükselmeye başlar ve enflasyon hızlanır. Bu duruma ”fiyat etkisi” denir. Bu etkinin sonucunda insanların para talebi artar. Neden mi? Şöyle düşünün: Eğer ekonomide fiyatlar aniden yükselirse, evden çıkmadan önce yanınıza alacağınız nakit para miktarı ne olur? O da artar, yani para talebiniz artmış olur. Eşzamanlı olarak, artan yatırım ve tüketimin sonucunda insanların geliri artar. Buna ”gelir etkisi” denir. Gelir artışı ise, para talebindeki artışı beraberinde getirir; geliriniz artarsa yanınıza bulunduracağınız nakit para da muhtemelen artacaktır. Tüm bu etkilerin sonucunda, sizlerin de fark edeceği gibi, ekonomideki para talebi ciddi biçimde artar. Arz talep kanunu, her yerde işlediği gibi para piyasasında da işler ve artan para talebi sonucunda, paranın fiyatı olan faiz de artar. Ayrıca, para talebinin artması sonucunda insanlar ellerindeki tahvil ve bonoları paraya çevirmek için satmaya başlarlar. Tahvil ve bono satışları arttıkça, yani tahvil bono arzı arttıkça, bu varlıkların fiyatı düşer ve faizleri yükselir. Faiz, daha önce de belirttiğim gibi, aynı zamanda paranın getirisidir. Bu sefer, TL’nin getirisinin, yani faizinin arttığını gören yabancı yatırımcılar ellerindeki Dolarları satıp, TL talep etmeye başlarlar. Bunun sonucunda, TL Dolara karşı bir miktar değer kazanır. Dikkat ettiyseniz, kısa vadeli etki sonucunda TL değer kaybetmişti, uzun vadeli etki ters yönde çalıştı. Kısa vadede aşırı ölçüde değer kaybeden TL, uzun vadede faizlerin yükselmesiyle beraber, değer kaybettiği oran kadar olmasa da, değer kazanır. Fakat büyük olasılıkla sonuçta, yani kısa ve uzun vadeli etkinin toplamında, TL değer kaybetmiş olur. İşte, kısa dönemde döviz kurunun, uzun dönemdeki denge kurunun etrafında dalgalanmasına ”döviz kurlarında hedefi aşma” (exchange rate overshooting) denir.
Yukarıda döviz kurlarıyla ilgili önemli bir olguyu özetlemeye çalıştım. Bu alanda bilgilerini derinleştirmek isteyenler için, yazılmış pek çok makale, kitap bulunmaktadır. Döviz kurlarına, finansa ve ekonomiye ilgi duyanlar için, bu yazıyı yazarken de yararlandığım, daha önce de tavsiye ettiğim kitap, Prof. Dr. Halil Seyidoğlu’nun ”Uluslararası Finans” (Güzem Can Yayınları) kitabıdır. Ülkemizdeki finansal okur yazarlığın gelişmesi için bu tür kitapların okunmasını tavsiye eder, herkese iyi bir hafta sonu dilerim. Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
NOT: Yazılarımla ilgili görüş belirtmek, tavsiyede bulunmak isteyen değerli okurlar için mail adresim: utugberk@gmail.com