Tuğberk Çiloğlu
Finansal piyasalarda oldukça hareketli günler yaşanıyor. Bir karmaşa söz konusu. Finansal aktiflerin fiyatları hızla dalgalanıyor, volatilite oldukça yüksek. Aslında, her karmaşada olduğu gibi bu sürecin de özünde temel bir ”düzen” saklı. Yaşanan şey, taşların yerinden sökülüp tekrar yerine oturması. Peki durum böyleyse, neler oluyor, değişimin özü ne, hep beraber görelim.
Bugün yaşanan gelişmeleri, temel trendler şeklinde özetleyebiliriz. Öncelikle, küresel değişimin özü ABD. Bildiğimiz gibi, Amerikan Merkez Bankası (FED) küresel kriz döneminde uyguladığı genişletici para politikasına son verdi, tahvil alım programını bitirdi. FED, genişletici para politikası uyguladığı dönemde piyasayı fonlama faiz oranlarını sıfıra yakın seviyelere çekmişti, faizler hala o seviyelerde. FED ‘in uyguladığı bu politika büyük ölçüde başarılı oldu. Bunu nereden anlıyoruz? Kriz döneminde eksilere düşen ABD’nin büyüme hızı bugün %2,5’lara gelmiş durumda. İşsizlik oranındaki gerileme de oldukça dikkat çekici. Kriz döneminde %10’u test eden işsizlik bugün %5,60’lı seviyelerde.
Uluslararası kurumlar da Amerikan ekonomisindeki bu iyileşmenin farkında. Bunu Uluslararası Para Fonu (IMF) tahminlerinden de görmek mümkün. IMF’nin tahminlerindeki son güncelleme oldukça önemli bir duruma işaret ediyor. IMF’ye göre dünya ekonomisi 2015 yılında %3,5 büyüyecek. IMF’nin önceki tahmini ise %3,8 idi. Yani, küresel büyümede bir düşüş öngörüyor IMF. IMF’ye göre gelişmekte olan ekonomiler de bu düşüşten payını alacak. IMF’ye göre içinde Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin 2015 büyümesi %4,3 olacak, kuruluşun önceki tahmini ise %4,9 idi. Fakat ilginç ve temel nokta şu: IMF, bir önceki tahmininde Amerikan ekonomisinin 2015 yılında %3,1 büyüyeceğini tahmin ederken, son tahminin %3,6’ya yükseltti. Bu durum bize şunu gösteriyor: Dünya ekonomisin büyüme oranında belirli bir yavaşlama yaşanırken, Amerikan ekonomisi büyüme hızını artıracak. Yani, küresel büyümeye ABD öncülük edecek.
Tüm bunlar bize şunu gösteriyor: FED ‘in faiz artırım sürecine başlamasına az bir zaman kaldı. Üstelik, FED ‘in faiz artırımı sonucunda Dolar’ın değer kazanma riski FED’i çok fazla korkutmuyor. Çünkü, Dolar değer kazanıp, ABD’nin uluslararası ticaretteki rekabet gücünü azaltsa, cari açığını artırsa bile son yıllarda ABD’nin cari açığı zaten düştüğü için Amerikan ekonomisi için sıkıntılı bir durum yaratmaz. Ayrıca unutmamak lazım, ABD ekonomisi için iç tüketim, ihracattan çok daha önemli. Tüm bunlardan bağımsız olarak, FED ‘in faiz artırımına başlaması için bir neden daha var. FED zaten 2008 Krizi nedeniyle faiz oranlarını sıfıra yakın seviyelere indirdi. Eğer FED bu sıfır faiz politikasına uzun bir süre daha devam ederse ve o sırada dünya yeniden şiddetli bir finansal-ekonomik krizle karşılarsa FED ‘in faizleri indirip genişlemeye gidecek alanı kalmamış olacak. Yani FED, gelecekteki olası bir krizde rahatlıkla faiz indirebilmek için bugünlerde faizleri artırmalı.
Avrupa’da ise hakim eğilim parasal genişleme. Bildiğiniz gibi, Aralık 2014 itibariyle Euro bölgesi resmen deflasyona girdi, tüketici fiyatları yıllık bazda %0,2 düştü. Ocak ayında bu trend daha da şiddetlendi ve fiyatlar genel seviyesindeki düşüş %0,6 oldu. Bu durum, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) açıklamış olduğu devasa parasal genişleme programına dört elle sarılacağını gösteriyor. Üstelik, bu konuda ECB’nin eli oldukça rahat. Neden mi? Programa göre, yüklü miktarda devlet tahvili alımı yapılacak. Fakat, hangi devletlerin tahvili alınacak? Tahvil alımında ECB’ye üye merkez bankalarının ECB sermayesindeki payı baz alınacak. Yani, bir ülkenin ECB’nin sermayesinde ne kadar çok payı varsa, parasal genişleme sırasında o ülkenin tahvillerinden o kadar çok alınacak. Tahmin edebileceğiniz gibi, ECB’nin sermayesinin büyük kısmını elinde bulunduran ülkelerin ekonomik durumu zaten iyi, en azından kötü durumda değiller. Yani parasal genişlemeden daha çok ihtiyacı olmayan ülkeler faydalanmış olacak. ECB’nin elini rahatlatan nokta şu: Tahvil alımlarının çok büyük bir kısmını ulusal merkez bankaları yapacak, yani ECB’nin kendisi yapmayacak. Böylece, tahvillerin geri ödenmeme riskinin büyük kısmını da ulusal merkez bankaları üstlenmiş olacak.
Avrupa’da tahvil alım programının şekline ve işleyişine ilişkin yukarıda anlattığımız süreç, parasal genişlemenin ne kadar başarılı olacağını da belirleyen en temel şey olacak. Paranın büyük kısmının ihtiyacı olmayan ülkelere gidecek olması, programın başarısına gölge düşürebilir. FED ‘in ve ECB’nin 2015 yılını belirleyecek olan bu temel davranış stiline baktığımız zaman, ortaya bugünlerde de öncüllerini görmeye başladığımız bir sonuç ortaya çıkıyor: Küresel piyasalarda Euro değer kaybederken, Amerikan Doları değer kazanacak. Bu genel eğilimin Türkiye’ye etkileri ise karmaşık. Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin ihracatı ağırlıklı olarak Euro cinsinden, ithalatı ve dış borçları ise Dolar. Euro’nun değer kaybedip Dolar’ın değer kazanması demek, Türkiye’nin ihracattaki rekabet gücünün azalırken ithalat ve borçlanma maliyetlerinin artması demek. Yani, olumsuz bir durum. Uzun vadede ise bu eğilimin olumlu etkisi ABD kanalıyla olabilir. Çünkü FED zaten ABD ekonomisi güçlendiği için faiz artırımı yapacak. Amerikan ekonomisinin canlanması Türkiye’yi de uzun vadede olumlu etkileyecektir. Fakat Avrupa kanalı aynı olumlu etkiyi göstermeyebilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ECB’nin parasal genişleme programının başarısız olması durumunda oldukça uzun bir süre daha Avrupa’daki durgunluk devam eder, kuşkusuz Türkiye de bundan olumsuz etkilenir. Yunanistan’ın Euro’dan çıkma riski de bu olumsuz tablonun gerçekleşme olasılığını artırabilir.
Her ne kadar Türkiye’ye etkisi çok fazla olmasa da, Japon Merkez Bankası’nın (Bank of Japan; BOJ) uyguladığı politikalara bakmakta fayda var. Japonya, parasal genişlemelerin nasıl karmaşık sonuçlara neden olabileceğinin dikkat çekici bir örneği. BOJ, deflasyon ve durgunluktan kurtulmak için çok ciddi bir parasal genişleme programı uyguluyor. Programın deflasyon ayağı başarılı oldu, şu an %2’nin üzerinde bir enflasyonları var. Fakat durgunluk konusunda başarılı olamıyorlar. Nasıl mı? Japonya’da enflasyon artarken ücretler aynı hızla artmıyor. Yani, çalışanların satın alma gücü düşüyor. Ücretlerin artmamasının arka planında ise Japonya’nın yüksek kamu borcu var. Japonya, kamu borcunu azaltmak için maliye politikası tarafında sıkı bir politika izlemek zorunda. Ücretlerin artmamasının bir diğer nedeni ise Japon Yen’inin durumu. Parasal genişleme sırasında Japon Yeni ABD Doları karşısında ciddi olarak değer kaybetti. Bu durum sadece Japonya’nın büyük ölçekte çalışan ihracatçılarına yaradı. Fakat, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin ithalat maliyetlerini artırdı ve bu işletmeleri zor duruma düşürdü. Gördüğünüz gibi, parasal genişleme kesin çözüm değil.
Küresel ekonomideki genel eğilimler bu yönde. Gelişmelere baktığımızda oldukça karmaşık gibi gözükmekte fakat ağaçlara değil, ormanın bütününe baktığımızda bu karmaşanın özündeki temel eğilimi görebiliriz. Dünya’da kartlar yeniden dağıtılıyor, bir ekonomik modelden, başka bir modele geçiliyor. Fakat unutmamak gerekir ki, her şeyde olduğu gibi ekonomi ve finansta da karmaşa ve istikrar dönemleri sonsuza kadar sürmez. Sonsuza kadar sürecek olan şey, her karmaşadan bir istikrar, her istikrardan da bir karmaşa doğacağı gerçeğidir.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
Mail adreslerim: utugberk@gmail.com utugberk@hotmail.com