Tuğberk Çiloğlu
Finansal sistem, bir ekonomideki en önemli unsurlardan biridir. Finans sisteminin doğru çalışması, o ülkenin ekonomik sağlığı için olmazsa olmaz bir koşuldur. Peki ya finansal piyasalar hangi işlevi yerine getirir? Neden ortaya çıkmışlardır? Aslında nedeni çok basittir: Bir ekonomide tasarruf fazlası olan ekonomik birimlerden, tasarruf açığı olan ekonomik birimlere kaynak transferini gerçekleştirirler. Bu nasıl olur? Gelin, hep beraber öğrenelim.
Yatırım yapmak isteyen bir şirket düşünün. Bu şirketin öz kaynakları yetersiz olsun ve yatırım yapmak için paraya ihtiyacı olsun. Bu şirket, ihtiyaç duyduğu parayı nasıl sağlayacak? İşte bu noktada, para ve sermaye piyasaları olarak ikiye ayırdığımız finansal sistem ön plana çıkmaktadır. Kısaca açıklamak gerekirse, para piyasaları genellikle hane halkı tarafından tasarruf açığını kapamak için kullanılan kısa vadeli bir piyasa iken, sermaye piyasaları uzun dönemlidir ve ağırlıklı olarak şirketler kesimi tarafından kullanılır. Aslında benim asıl olarak üstünde durmak istediğim şey; sermaye piyasaları, dolayısıyla hisse senedi piyasası. Hisse senedi piyasası bildiğimiz gibi örgütlü bir piyasadır ve genel geçer adı ”borsa”dır.
Borsa, bir ülkedeki finansal sisteminin gelişmişliğinin barometresi gibidir. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Eğer bir ülkenin gelişmiş bir ekonomisi varsa, genel olarak ekonomik sistemin kalitesi yüksekse, o ülkenin borsası da güçlü ve istikrarlı olur. Bunu basit bir örnek yardımıyla açıklayabiliriz. Engin bir okyanus düşünün, ya da çok büyük bir deniz. Bu büyük denizin içine bir taş attığınızda, denizin geneli attığınız bu taşı umursar mı? Kuşkusuz hayır; sadece taşı attığınız yerde küçük bir dalgalanma oluşur ve kısa sürede tekrar durulur. Aynı taşı aynı hızla küçük bir su birikintisine attığınızı düşünün. Ne olur? Uzun süren gelgitler ve dalgalanmalar oluşur. İşte, finansal piyasalarda aynen böyledir. Ekonomik bir değer taşıyan herhangi bir haberin, gelişmiş bir ülke borsasında uyandırdığı etkiyle, az gelişmiş, gelişmekte olan bir ülke borsasında ortaya çıkardığı etki arasında dağlar kadar fark vardır. Şimdi şöyle sorabilirsiniz: Değer Yatırımı nedir? Tüm bunların Değer Yatırımıyla ne ilgisi var? Gelin, anlatalım.
Değer Yatırımı nedir? Aslen Değer Yatırımı, ünlü yatırımcı-yazar Benjamin Graham’ın finansal yatırım felsefesidir. Bana soracak olursanız, finansal piyasalar hakkında oluşturulmuş, oluşturulacak en değerli teorilerden biridir. Başka bir deyişle, doğruluğu tarih tarafından defalarca test edilmiş ve onaylanmış bir teori. Değer Yatırımı’nın özü basittir: Hisse senedi yatırımı yaparken, önce ilgilendiğiniz şirketin içsel değerini hesaplayın. Daha sonra borsadaki o şirketin hisse senedi fiyatına bakın. Güncel fiyat, hesapladığınız, öngördüğünüz hisse senedi fiyatının altında mı? Cevabınız evet ise, yani şirket içsel değerine göre ucuz fiyatlanmışsa, hiç zaman kaybetmeden o şirketin hisse senetlerinden satın alın. Cevabınız hayır ise, yani şirketin hisseleri içsel değerine göre pahalı bir fiyattan satılıyorsa o hisseden uzak durun. Sistemin özü bu. Gayet açık ve net. Şimdi şöyle sorduğunuzu duyar gibiyim: İyi, güzel ama, içsel değer nedir? İçsel değeri nasıl hesaplayacağız? Gelin, basit bir örnekle açıklayalım.
Örneğin bir şirket düşünün, bu şirketin toplam varlıklarının değeri 100000 TL olsun, toplam borçlarının değeri ise 40000 TL olsun. Bildiğimiz gibi, bir şirketin toplam varlıklarından toplam borçlarını çıkartırsak, o şirketin net varlık değerini, diğer adıyla öz sermayesini bulmuş oluruz. Örnekteki şirket için net varlık değeri görüldüğü gibi 60000 TL. Şimdi, bu şirketin hisselerinin toplam 10000 adet olduğunu varsayalım. Kritik soruya geldik: Bu şirketin hisse başı net varlık değeri, finans literatüründeki adıyla ”defter değeri” nedir? 60000/10000 işlemini yaptığımızda bu değeri 6 TL olarak buluruz. Diğer kritik soruya geçebiliriz: Bu şirketin borsadaki bir adet hissesinin satış fiyatı ne? Varsayalım ki 4 TL olsun. Bu durumda bu şirket hisse başı net varlık değerine göre ucuz fiyatlanmıştır. Başka bir deyişle, bu şirketin hisse senedini alırken 4 TL verip, karşılığında 6 TL lik hisse başı net varlık almış oluyorsunuz.
Peki ya içsel değerin tek ölçüsü hisse başı net varlık değeri mi? Tabii ki hayır. İçsel değer, daha farklı faktörlerle de yakından ilgilidir. Örneğin, ilgilendiğiniz şirketin uzun vadeli karlılık potansiyeli nedir? Faaliyette bulunduğu sektörün geleceği nasıl? Ekonomideki gelişmeler sektörü nasıl etkileyebilir? Şirketin geçmiş karlılığı nedir? Karlılık geçmişten beri istikrarlı mı? Şirket elde ettiği karı hissedarlara dağıtıyor mu dağıtmıyor mu? Şirket nasıl yönetiliyor? Yöneticileri dürüst, bilgili ve çalışkan mı? Şirketi rakiplerinden başarılı kılan rekabet avantajı ne ve bu avantaj sürdürülebilir mi? Tüm bu sorular şirketin içsel değerini belirlemek için mutlaka sorulması gereken sorulardır.
Dikkat ettiyseniz bu felsefenin adı Değer Yatırımı. Buradaki ”yatırım” kelimesinin kullanımı oldukça önemlidir. Benjamin Graham’ın oldukça açık ve net olan bir yatırım ve spekülasyon tanımı vardır: ”Kapsamlı bir analizin, anapara güvencesi ve yeterli bir tutarda getiri öngördüğü işlem, bir yatırımdır. Bu tanıma uymayan diğer tüm işlemler spekülatiftir.” Graham, sağlam yatırım analizinin ilkelerine uymayan işlemleri spekülatif olarak tanımlamaktadır.
Bugün ülkemizin borsasına (Borsa İstanbul) baktığımızda gördüğümüz tablo nedir? Alım satım yapanların büyük bir çoğunluğu kısa vadeli alım satım yapmaktalar ve ağırlıklı olarak kısa vadeli kazanç elde etmek için alım satım yapıyorlar. Bugün borsaya kısa sürede zengin olmak için girenlerin büyük bir kısmı böyle hareket etmekte. Yani ne oturup bilançoları incelemekte, ne de sektörün ekonomik durumunu analiz etmekte. Sağlam analiz teknikleri yerine, ”fısıltı gazetesi”nin tüyolarına göre hareket etmekte. Kuşkusuz bu durum ülkemizdeki finansal piyasaların derinliğine zarar veren bir durum. Bugün gelişmiş ülkelerin (ABD, İngiltere, Almanya vb.) borsalarına baktığımızda görmekteyiz ki, bu borsalar çok daha fazla istikrarlı bir duruş sergiliyorlar. Başka bir deyişle gelişmiş ülke borsaları, çıkarken daha yavaş çıkmakta, düşerken yine yavaş ve istikrarlı düşüyorlar. Oysa ülkemizin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ekonomilerdeki borsalar ise çok daha hızlı ve şiddetli iniş çıkışlar yaşamaktalar.
Kullanım değeri ve mübadele değeri kavramları bu durumu açıklamak için kullanılabilir. Örneğin, evini kiraya veren bir ev sahibi için kullanım değeri; elde ettiği kira geliridir. Mübadele değeri ise eğer evi satarsa alacağı paradır. Bir hisse senedinin kullanım değeri ise hisse başı dağıtılan kar rakamıdır. Mübadele değeri ise hissenin satışından sağlanan gelirdir. Genelde gelişmiş ülkelerdeki ‘yatırımcılar’, hisse alıp satarken, kullanım değerine göre, yani gerçek değerine göre hareket ederken; gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımcılar (spekülatörler) mübadele değerine göre hareket etmekteler.
Açıkça görülmektedir ki, ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin borsalarını derin ve istikrarlı yapan, az gelişmiş ülkelerin borsalarını ise sığ ve istikrarsız yapan temel anlayış farkı burada yatmaktadır. Değer Yatırımı hakkında daha geniş bilgilere ulaşmak isteyenler için önerebileceğim kitap; Benjamin Graham’ın ”Akıllı Yatırımcı” (Scala Yayıncılık) isimli kitabıdır. Kitabın 1949 yılında yazıldığını düşünürsek, açıkça görebiliriz ki Graham’ın tanımladığı yatırımın iki kuralı hala değişmedi ve değişmeyecek. Birinci kural, ”kaybetme”dir. İkinci kural ise, ”birinci kuralı unutma”. Herkese iyi hafta sonları.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir