Tuğberk Çiloğlu
”Denge”, hepimizin bildiği gibi, herhangi bir şey üzerinde farklı yönlerde uygulanan kuvvetlerin neden olduğu bir durum. Bu, sizlerin de fark edeceği gibi, oldukça geniş bir kavram. Başta fizik olmak üzere, pek çok konuda, pek çok alanda denge kavramından bahsedilebilir. Fakat bugün benim anlatmak istediğim şey, denge kavramıyla, ekonomi arasındaki ilişki. Örneklerle açıkladıkça, bu ilişkinin doğasının, bana ilginç geldiği gibi, sizlere de ilginç geleceğine eminin. Okumaya devam edelim.
İlk vereceğimiz örnek, tarımsal bir mal olsun. Örneğin, pamuk. Bir an için, pamuk fiyatlarının herhangi bir nedenden ötürü, ciddi bir oranda düştüğünü hayal edelim. Bu neden ne olabilir? Pamuk arzında aniden ortaya çıkan bir bolluk ya da tekstil ürünlerine olan talepte ortaya çıkan bir düşüş buna neden olabilir. Fakat önemli olan, bundan sonrası. Pamuk fiyatlarındaki bu büyük düşüşe ekonomik birimlerin vereceği tepki ne olur? Hangi ekonomik birim, nasıl bir sürecin sonunda, hangi yönde kararlar verir? Gelin, hep beraber hayal edelim. Pamuk, hepimizin bildiği gibi, tekstil ve giyim sanayicilerinin kullandığı temel üretim girdilerinden biri, belki de en önemlisi. Pamuk fiyatlarındaki düşüş, doğal olarak bu sanayicilerin üretim maliyetlerini düşürecektir. Üretim maliyetlerindeki düşüş, bir süre sonra bu sanayicilerin üretip sattığı giyim ürünlerine de yansıyacaktır ve her yerde giyim ürünlerinin fiyatları düşecektir. Tüketiciler bir süre sonra gömlek, pantolon gibi ürünlerin fiyatlarının düştüğünü fark edeceklerdir. Tahmin edebileceğiniz gibi, tüketicilerin bu tür ürünlere olan talebinde zaman içinde ciddi bir artış meydana gelecektir. Mağaza sahipleri, talebin arttığını görünce, ürünsüz kalmamak için stoklarını artırma politikası izleyeceklerdir ve verdikleri siparişleri artıracaklardır. Mağazalardan gelen siparişlerin arttığını gören sanayiciler, daha çok giyim ürünü üretmek için kolları sıvayacaklardır. Bunun doğal sonucu olarak, bu sanayiciler kullandıkları pamuğun miktarını da ciddi olarak artıracaklardır. Yani, pamuğa olan talep, ciddi biçimde artacaktır. Buraya kadar sürecin talep cephesini analiz ettik, şimdi sıra arz cephesinde.
Bir an için kendinizi pamuk üreten bir çiftçi olarak hayal edin. Üretip, sanayicilere sattığınız pamuğun fiyatı ciddi bir şekilde düşmüş. Ürettiğiniz pamuğu satsanız bile, elinize geçen para belki de maliyetlerinizi karşılamaya bile yetmeyecek. Ne yaparsınız? Büyük bir olasılıkla alacağınız karar, pamuk yerine piyasa fiyatı daha pahalı olan bir tarımsal emtiayı üretmek olacaktır. Eğer daha önceden üretmiş olduğunuz pamuk varsa da, bunu satmak yerine pamuk fiyatları yükselene kadar deponuzda saklamayı tercih edersiniz. Ve sizinle birlikte, çiftçilerin çoğu da aynı şekilde hareket edecektir. Peki, sonuçta ne olur? Pamuk üretimi ciddi şekilde azalır. Dikkat ettiyseniz, pamuk fiyatlarının düşmesi sonucunda talep cephesinde ciddi bir artış meydana gelirken, arz cephesinde ciddi bir azalış meydana geldi. Sonucu tahmin edebilirsiniz. Pamuk fiyatları bir süre sonra hızlı bir şekilde artışa geçecektir. Yani, düşmüş olan pamuk fiyatları eninde sonunda tekrar artacaktır. Buna, bir dengelenme de diyebiliriz. Fakat, bu süreç pamuk fiyatlarının artmasıyla noktalanacak mıdır? Sezebileceğimiz gibi, hayır. Bir süre sonra aynı döngü bu kez tersten başlayacaktır, pamuk fiyatları tekrar düşecektir ve bu dinamik sürekli dengelenme süreci sürüp gidecektir. Süreci anladıysak, daha makro bir örnek vermenin zamanı gelmiş demektir.
Döviz kurlarının, aniden yükseldiğini hayal edelim. Diyelim ki çok önemli bir olay gerçekleşmiş ve TL, Dolara karşı çok büyük bir oranda değer kaybetmiş olsun. Bu önemli olay ne olabilir? Örneğin Türkiye, oldukça artmış olan dış borçlarını ödeme sürecinde bir zorlukla karşılaşabilir ve bu da ciddi bir finansal-ekonomik türbülansa neden olabilir. Varsayalım ki TL, Dolara karşı öyle güçlü bir şekilde değer kaybetmiş olsun ki, gerçek değerinin de çok altına inmiş olsun. Bunun sonucunda ne olur? En önemli etkilerden biri, dış ticaret akımları üzerinde olur. Nasıl mı? TL değer kaybettiği için, Türkiye’de üretilen mallar ve hizmetler Amerikalı tüketiciler için daha ucuz bir hale gelirken, Amerika’da üretilen mallar ve hizmetler Türk tüketiciler için daha pahalı bir hale gelir. Bunun nedenini daha önce de açıkladığımız gibi, basit bir örnekle açıklayabiliriz. Amerika’da 1000 Dolara üretilen bir cep telefonunu satın almak isteyen Türk tüketici, Dolar değer kazandığında bu satın alma işlemini gerçekleştirmek için daha fazla TL temin etmek zorunda kalır. Yani ithalat eğilimi azalır. Aynı zamanda, Türkiye’de üretim maliyeti 100 TL olan bir gömleğin Dolar cinsinden maliyeti, Dolar değer kazandığında ciddi miktarda azalır. Örneğin, Dolar 2 TL iken 50 Dolar olur, 4 TL iken 25 Dolar. Yani, Dolar değer kazandıkça Türkiye’de üretilen ürünler Amerikalı tüketiciler için daha ucuz bir hale gelmeye başlar ve Türkiye’nin ihracat eğilimi artar. Tüm bunların sonucunda, ihracatın artması sonucunda ülkemizdeki Dolar arzı artarken, ithalatın düşmesi sonucunda Dolar talebi azalır. Peki tek etki bununla mı sınırlı olur? Hayır. Analize devam edelim.
Amerikalı bir yatırımcı, bir portföy yöneticisi, TL’nin Dolara karşı aşırı bir şekilde değer kaybettiğini görünce ne yapar? Eğer ekonomiden anlayan bir yatırımcı ise, elindeki Dolarları satıp TL cinsi varlıklar satın alması gerekir. Neden mi? Çünkü TL zaten aşırı bir şekilde değer kaybettiğinde, artık daha fazla değer kaybetme olasılığı da çok düşük olacaktır. Yani, TL’nin Dolara karşı değer kazanma olasılığı, değer kaybetme olasılığından çok daha fazla olacaktır. Amerikalı portföy yöneticilerinin ekonomiden anlayan yatırımcılar olduklarını varsayarsak, TL cinsi varlıklara olan talep ciddi ölçüde artarken, Dolar cinsi varlıklarda satışlar yoğunlaşacaktır. Sizlerin de farkına vardığı gibi, gerek dış ticaret akımları, gerek para akımları sonucunda TL’ye olan talep artarken, Dolara olan talep azalacaktır. Yani, süreç dengelenmeye gidecek ve TL Dolara karşı değer kazanacaktır. Fakat süreç burada noktalanmayacaktır. Büyük bir olasılıkla, TL’nin değerlenmesinin sonucunda ülkemizde ithalat ve dış borçlanma yeniden artışa geçecektir ve Dolardaki yeni bir yükselişin tohumları atılacaktır. Süreç, kendini farklı şekillerde tekrar ederek akıp gidecektir.
Benzer bir örneği, faiz oranları için de verebiliriz. Diyelim ki ülkemizde faiz oranlarında ciddi bir düşüş meydana gelsin. Varsayalım ki ülkemizdeki faizler o kadar çok düşsün ki, enflasyon oranının çok altına insin. Ekonomik birimler bu olaya nasıl bir tepki verirler? Hane halkı, enflasyon oranından çok daha düşük bir faiz oranını gördüğünde, tasarruf yapmak yerine tüketim yapmak isteyecektir. Neden mi? Örneğin enflasyon yüzde 10 iken, faiz oranı yüzde 8 olursa, insanların bankaya yatırdığı para yaklaşık olarak yüzde 2 erimiş olur. Yani, tasarruf davranışı ödüllendirilmek yerine cezalandırılmış olur. Fakat bunun sonucunda tüketim davranışı ödüllendirilmiş olur. Bununla beraber, insanlar düşük faiz oranlarından kredi kullanmak için birbirleriyle yarışırlar ve büyük çapta bir kredi patlaması gerçekleşir. Tüm bunların sonucunda, artan talebin de etkisiyle, enflasyon oranları daha da artar. Fakat bu süreç böyle sürüp gidemez. Neden mi? Faiz oranı, bildiğimiz gibi fon arzıyla fon talebinin kesiştiği noktada oluşur. Bir süre sonra, tasarruf miktarı (fon arzı) giderek azalırken kredi talebi (fon talebi) giderek artacaktır ve doğal olarak paranın fiyatı olan faiz oranı da yükselecektir. Peki faizler üzerindeki tek etki bu mudur? Tabii ki değildir. Uluslararası fon akımlarını unutmayalım.
Türkiye’deki düşük faiz oranlarını gören Amerikalı bir yatırımcının davranışı nasıl olacaktır? Faiz, aynı zamanda paranın getirisidir. TL’nin faizinin düşük olması demek aynı zamanda TL’nin getirisinin de düşük olduğunu gösterir. Amerikalı bir yatırımcı için TL cinsi sabit getirili bir varlık (tahvil, bono) satın almak riskli bir davranıştır. Çünkü, aynı parayla riski çok daha düşük olan Amerikan Hazinesi’nin çıkardığı borçlanma kağıtlarını da satın alabilir. Riskin olduğu yerde, getiri de olmak zorundadır. Eğer risk yüksek iken, getiri yüksek olmazsa, yatırımcı büyük bir olasılıkla o riski almayacaktır. Yani, TL cinsi sabit getirili varlıkların faizi, dolayısıyla getirisi düşük olduğu için, bu varlıklarda satış yoğunlaşacaktır, bu varlıklara olan talep ciddi miktarda düşecektir. Bunun sonucunda, TL cinsi tahvillerin, bonoların fiyatı düşerken faizi artmak zorunda kalacaktır. Gördüğümüz gibi, gerek yurt içi kredi-tasarruf davranışı, gerekse yurt dışı fon akımları nedeniyle faiz oranlarında yükseliş gerçekleşecektir. Yani, sürecin başındaki düşen faizler, tüm bu olayların sonucunda dengelenerek yükselişe geçecektir. Tahmin edebileceğiniz gibi, aynı süreç bu sefer tersten işleyecektir, faizler tekrar düşecektir ve bu dinamik dengelenme süreci devam edecektir.
Yukarıda örneklerle açıklamaya çalıştığım denge ve ekonomi ilişkisi, çok boyutlu ve burada özetlediğimden çok daha karmaşık bir süreç. Fakat tüm bu süreçlerin ortak bir noktası var: Değişim. Dünya, çevremizdeki koşullar, olaylar, olgular sürekli ve hızlı bir şekilde değişiyor. Bu değişim süreci geçmişte de yoğundu, bugün daha da yoğun ve emin olun gelecekte çok daha fazla yoğun olacak. Bu değişim süreci bizleri korkutmamalı, aksine cesaretlendirmeli. Değişime kapılarımızı kapatmak yerine herkesten önce değişen koşullara adapte olmaya çalışmalıyız. Çünkü unutmayalım ki, rekabet üstünlüğü noktasal değil evrimseldir. İnsan türü, sürekli değişen koşullara uyum sağlayarak başarılı bir evrim geçirdi ve bugünlere kadar gelebilmeye başardı. Tüm insanlık olarak adapte olmamız gereken ve türümüz için optimum dengelenmeler yaratmamız gereken yeni süreç, özgür düşüncenin egemen olduğu Bilgi Çağı süreci olmalıdır. Herkese iyi bir hafta sonu dilerim. Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.