Tuğberk Çiloğlu
Bilimin temel amacı, hedefi nedir? Kuşkusuz, bu sorunun yanıtı zor değil: Doğadaki ve toplumdaki olguları, olayları sistematik bir şekilde incelemek, araştırmak ve belirli sonuçlar ortaya koymak. Yani, kesin olarak şunu söyleyebiliriz: Bilim, gerçekleri baz alarak yapılmalı, gerçekleri açıklamayı amaçlamalıdır. Peki, iktisat biliminin bu bağlamda yeri, duruşu nedir?
İngiliz ekonomist Lionel Robbins 1932 yılında yazdığı bir denemede, iktisat bilimini aynen şu şekilde tanımladı: “Sonlu ve kıt kaynakların alternatif kullanımında insan davranışlarını inceleyen bilim.” Neo Klasik iktisadın genel olarak benimsediği tanım bu. Peki, bu tanım ne kadar doğru ve mantıklı? İnsanların ve toplumların tüm üretim, bölüşüm, tüketim, tasarruf ve yatırım faaliyetleri bu tanıma sığdırılabilir mi? Kuşkusuz, Robbins ‘in yaptığı tanım iktisadi planlamanın tanımı olabilir. Bir fabrikanın müdürü iseniz ve ay sonunda somut bir üretim hedefiniz varsa bu tanım doğru olabilir. Fakat iktisadi yaşam bundan mı ibaret? Tabii ki de değil.
Neo Klasik iktisadın içine düştüğü tek yanlış bu değil. “Rasyonel insan” varsayımı da yapılan en önemli yanlışlardan biri. Davranışsal İktisat bize insanların “irrasyonel” davrandığını, tercihlerinde tutarlı olmadığını, her zaman çoğu aza tercih etmediğini gösteriyor. Tüm dünyayı kasıp kavuran finansal krizler, borsa çöküşleri çoğu zaman gerekli hesaplamaları yapmadan rasyonel olmayan satın alım-satış kararları alan yatırımcılar nedeniyle gerçekleşiyor. Sosyal psikoloji bilimi bize insanların toplum içindeyken veya bir grubun içindeyken, yalnız olduğu duruma göre farklı davranışlar sergilediğini gösteriyor. Sadece bu olgu bile Neo Klasik İktisadın yanlış varsayımlara dayandığını göstermek için yeterli.
Yapılan bir diğer yanlış ise iktisadi yaşamı doğadan ve toplumdan soyutlamak. Toplumsal yaşamın pek çok boyutu vardır. Teknolojik, ekonomik, sosyal, kültürel, politik boyutlar en önemli toplumsal boyutlardır. En önemlisi ise tüm bu boyutların “bütüncül” olma özelliğidir, yani birini diğerlerinden soyutlayarak analiz ederseniz yanlış sonuçlara varırsınız. Örneğin siyasi boyutu ele alalım. Yapılan çalışmalar demokratik kurumları güçlü olan ülkelerin anti demokratik yapıya sahip ülkelerden daha çok uzun dönemli refaha sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca, demokrasi ya da anti demokrasi kavramları sadece siyasi değil, kültürel yapıyla da yakından bağlantılıdır. Toplumların kültürleri, siyasi kurumlarına da yansıyarak onları şekillendirir.
Kültür-ekonomi ilişkisini ele aldığımızda da benzer sonuçlara ulaşırız. “Kapitalizm neden Batı’da gelişti?” sorusuna yanıt ararken Batı’nın Protestan kültürünün etkilerini ihmal edemeyiz. Örneğin Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” kitabında bu konuyu analiz etmiştir. Bu noktada da kültürün ekonomiye direk yansımasını görebiliriz.
Teknoloji-ekonomi ilişkisi ise oldukça kapsamlı ve çok yönlü. Bu ilişki, en çok bütüncül analiz edilmesi gereken ilişkilerden biri. Teknoloji doğrudan ekonomiyi etkiler ve yönlendirir. Şu anki ekonomik analizler ağırlıklı olarak bilgi teknolojilerinin ekonomiye olan etkisini incelemekte. Fakat geleceğin şekillenmesinde biyoteknoloji de en az bilgi teknolojileri kadar etkili olacak. “Transhumanizm” akımı buna bir örnek olarak gösterilebilir. 1980’lerde gelişen bu akım insanların teknoloji yardımıyla bilişsel ve fiziksel yeteneklerinin arttırılması gerektiğini savunmaktadır. Örneğin, bu akımın savunduğu düşünce gerçek olursa fiziksel, bilişsel açıdan süper gelişmiş insanlar ortaya çıkarsa bunun uluslararası ekonomiye etkisi ne olur? Bu insanların yaşadığı ülkelerin ekonomik performansı diğer ülkelere kıyasla nasıl değişir ve gelişir? Bunun kültüre ve siyasete etkisi ne olur?
“Teknolojik tekillik” olgusu da ekonomiyle oldukça yakından ilgili. ABD’li yazar Vernor Vinge tarafından geliştirilen bu kavram özet olarak yapay zekanın insan yaşamını tamamen değiştirme olasılığından bahsediyor. Bu düşünceye göre yapay zeka bir gün insan zekasını geçecek ve insan yaşantısını tamamen değiştirecek. Fakat bu değişiklik “öngörülemez” olacak. Bu düşünceye göre yeni bir insan-robot karşımı tür de ortaya çıkabilir ya da insan türü yapay zeka tarafından yok da edilebilir. Bu olasılıkların hepsi mümkün. İnsan beyninin robotlara entegre edildiği ve organik bedenler yerine robotik bedenlerin oluşturduğu bir ekonomi nasıl bir yapıya sahip olur? Üretim, tüketim gibi temel kavramlar nasıl şekillenir?
Bu konuda daha pek çok örnek verilebilir. Fakat konunun özü aslında gayet net: İktisat bilimi, tüm bu realiteleri ve gelecekteki tüm bu olasılıkları göz önünde bulundurarak kendisine bir yol çizmeli. Gerçek dışı varsayımlarla statik matematiksel analizleri iktisat biliminin temeli yapmak doğru bir yol olmaz. Doğadaki her varlıkta olduğu gibi düşünce-teori-bilim alanında da doğal seleksiyon yasası geçerli. Doğaya, gerçeklere ve değişime uyum sağlayan düşünceler ve teoriler ayakta kalacak, uyum sağlayamayanlar tarihteki yerini alacak. Şeker Bayramınızı kutlar, güzel ve mutlu bayramlar dilerim. Görüşmek üzere.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
Mail adreslerim: utugberk@gmail.com utugberk@hotmail.com